Kamu – Sen İl Temsilcisi Ali Balaban; Kurtuluş Savaşı’nın Komuta Karargâhı TBMM’nin 101. Yıl Dönümü Kutlu Olsun

Kamu – Sen İl Temsilcisi Ali Balaban; 
Kurtuluş Savaşı’nın Komuta 
Karargâhı TBMM’nin 101. 
Yıl Dönümü Kutlu Olsun

Kamu – Sen İl Temsilcisi Ali Balaban; Kurtuluş Savaşı’nın Komuta Karargâhı TBMM’nin 101. Yıl Dönümü Kutlu Olsun

Kamu – Sen İl Temsilcisi ve Türk Eğitim - Sen Isparta Şube Başkanı Ali Balaban, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle bir kutlama mesajı yayınladı.
 
Başkan Balaban açıklamasında; “30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesinin imzalanmasının ardından Osmanlı Devleti fiilen sona ermiş, topraklarımızın işgali kolaylaşmış, boğazlar düşman kuvvetlerine açılmış, limanlarımız, demiryollarımız, iletişim araçlarımız bozguncu devletlerin denetimi altına girmiş, Musul, İskenderun, Adana, Antep, Maraş, Urfa düşmana gark olmuştu. Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul 13 Kasım 1918’de işgal edilirken; Türk milleti için buhranlı bu dönemden esenliğe kapı aralamak, naçar kaldığı sıkışmışlıktan kurtulmak, ait olduğu, beslendiği, ruhunu büyüttüğü topraklarda hür bir şekilde yaşamak çok önemliydi.
 
Şüheda fışkıran topraklarımız üzerine sinsi yılan gibi çöreklenenleri defetmek için emsalsiz lider, güçlü komutan Mustafa Kemal, “Geldikleri gibi giderler” diyerek, “kurtuluş anahtarını” sahibine yani milletimize vermek için çetin sürecek bir mücadelenin işaretini verdi. 19 Mayıs 1919 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’e çıkarma yaptı. 16 Mayıs’ta İstanbul’dan Bandırma Vapuruyla yola çıkan Mustafa Kemal, yanında 47 kahramanla birlikte 19 Mayıs’ta Samsun’a ulaştı.
 
Bir tarafta İngilizler bir tarafta İtalyanlar, bir tarafta Fransızlar topraklarımızı işgal ederken; İngiliz Muhipleri, Kürt Teali, Teali İslam, İstanbul’daki Rum Patrikliği tarafından kurulan Mavri Mira gibi milli varlığımıza düşman cemiyetler, mandater sistemiyle yönetilmeyi arzulayanlar, vatanımızın kalbinde delik açmak için oklarını fırlatan habis virüsler gibi içimizdeydi, gayri milli faaliyetleri ile ahlaksız bir karalama yürütüyorlardı. Ama artık mızrak çuvala sığmıyordu. Çünkü bu milletin nüvesinde korkusuzluk, kanında vatana adanmışlık, ruhunda emperyalizmin karanlık duvarlarını yıkarak, bağımsızlığa ulaşmak vardı.
 
28 Mayıs 1919 Mustafa Kemal zaman kaybetmeden Samsun’dan Havza’ya geçti. Havza’da 18 gün kalan Mustafa Kemal, milli mücadeleyi örgütlemek için 28 Mayıs 1919 tarihinde Havza genelgesini yayınladı. Bu genelgeyle birlikte milli şahlanış vücut buldu. İşgallerin protesto edilmesi, milli bilincin kamçılanması, mitinglerle toplum dinamiklerinin harekete geçirilmesi, nesl-i atimize güzel bir vatan bırakılması, aziz Türk milletinin yazgısının düşman postallarının iradesine bırakılmaması, talana, yıkıma, yayılıma meydan okumak için direniş çağrısı yapıldı. 21-22 Haziran 1919 Mustafa Kemal yaveri Cevat Abbas Bey’e 21-22 Haziran 1919 gecesi Amasya Genelgesini yazdırdı. Genelgede, “Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” denildi. Milli mücadelenin amacı, gerekçesi ve yönteminin belirlendiği Amasya Genelgesi’nde milli egemenlik çağrısı yapılırken, Anadolu’nun kalbinde, Sivas’ta milli bir kongre toplanması kararı da alındı. 23 Temmuz-07 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi toplandı.
 
14 gün süren Erzurum Kongresi’nde “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz” denilerek ilk kez milli sınırlardan söz edildi. “Manda ve himaye kabul edilemez” kararı manda sevicilerin yüzüne tokat gibi çarptı. Kuva-yı Milliye’yi etken ve milli iradeyi hâkim kılmanın esas olduğunun da vurgulandığı Erzurum Kongresi’nde “Milli Meclis’in hemen toplanması ve hükümet çalışmalarının Meclis’in denetimine konulmasını sağlamak için çalışılacaktır” ifadesiyle, millet egemenliğine uzanan bir süreç başlatılmış oldu. 4-11 Eylül 1919 Sivas Kongresi toplandı. Yurdun dört bir yanından temsilcilerin gelmesiyle ulusal bir nitelik kazanan Sivas Kongresi görüşmelerinde Mebuslar Meclisi’nin seçiminin hızlandırılması ve meclis in toplantı yerinin neresi olabileceği konuları tartışıldı. Erzurum Kongresi’nde alınan kararların aynen kabul edildiği bu kongrede, Temsil Heyetinin tüm yurdu temsil ettiği vurgusu yapıldı. **** Kahraman askerlerimiz ebedi bir imanla, yıkılmaz bir ruhla, kaybolmaz bir cesaretle savaşıyordu.
 
Yurdumuzun ta ciğeri yanarken buna seyirci kalamayan, başka devletlerin himayesinde bölük pörçük edilmiş şekilde yaşamını sürdüremeyeceğini çok iyi tahlil eden, kirli pazarlıkların, vicdanı kararmışların, kışkırtıcı piyonların, Türk milletini inhisar altına almaya namzet olanların karşısında yiğitçe duran Kuvayı Milliye birlikleri de ordumuza destek olarak, Kurtuluş Savaşı’na önemli katkılar sundu. Kurtuluş Savaşı’nda Fransızlara karşı cesurca savaşan Tayyar Rahime Hanım; Maraş’ta direniş çağrısı yapan, Maraş savunmasına katılan Sütçü İmam; Antep savunmasında başarılı direniş gösteren, Antep yolunu açmasını isteyen Fransız komutanına yazdığı mektupta, “Sonra sen hiç Türk esir yaşamaz diye duymadın mı?” sözleri ile hafızalara kazınan Şahin Bey, Yunan askerine ilk kurşunu atan gazeteci Hasan Tahsin; düşman kuvvetlerinin Aydın yöresinde ilerlemesini engelleyen Yörük Ali Efe; İnebolu’dan Kastamonu’ya kağnıyla cephane taşırken donarak ölen Şerife Bacı ve daha nice Kuvayı Milli ye kahramanı bu milletin sinesinde yatmaktadır. **** Kurtuluş mücadelesi dörtnala ilerlerken; İstanbul, 16 Mart 1920 tarihinde bir kez daha işgal edildi. Bu şayan-ı esef haberi telgrafçı Manastırlı Hamdi, “Bu sabah, Şehzadebaşı’ndaki Muzıka Karakolu’nu İngilizler basıp, oradaki askerlerle çarpışarak, sonuçta şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar.
 
Bilginize sunulur” şeklinde bildirdi. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa art arda genelge, bildiri ve protestolar yayımladı. Mebusan Meclisi de 18 Mart tarihinde son kez toplandı. İstanbul’un işgali ile aralarında milletvekillerinin de bulunduğu milli davaya destek veren yurtseverler tutuklanmaya başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, Temsil Heyeti adına illere, bağımsız sancaklara ve kolordu komutanlarına gönderdiği 19 Mart 1920 tarihli bildiride, Ankara’da olağanüstü yetkili bir meclisin, ulusun işlerini yürütmek ve denetlemek üzere toplanacağını ifade ederken; 21 Nisan 1920 tarihli yazıda da “Allah’ın yardımıyla, Nisan’ın 23. Cuma günü, Cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır” ifadesini kullanarak, yeni Türk devletinin temellerinin atılması müjdesini duyurdu. Aynı yazıda Mustafa Kemal Paşa, “Yurdun bağımsızlığı, yüce halifelik ve padişahlık makamının kurtarılması gibi en önemli ve yaşamsal görevleri yapacak olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü cumaya rast getirmekle, anılan günün kutsallığından yararlanılacak ve açılıştan önce bütün değerli milletvekilleriyle beraber Hacıbayramı Veli Camii Şerifi’nde Cuma namazı kılınarak, Kur’an’ın ve namazın ışığından da faydalanılacaktır” dedi.
 
Nitekim TBMM, 23 Nisan günü Hacı Bayram Camii’nde kılınan Cuma namazının ardından dualarla açıldı. TBMM’nin açılışıyla milli bir siyasetin izlenmesini salık veren Mustafa Kemal, milli egemenlik temeline dayanan halk hükümeti vurgusu yaptı, bunun Cumhuriyet olduğunu bildirdi. Bu şekilde hem millet iradesinin üzerinde güç olmadığı kabul edildi hem de Cumhuriyet rejiminin tohumları atıldı. Bu esnada kurtuluş mücadelesine direniş gösterenler 1919 yılından itibaren yürüttükleri iç ayaklanmaları Meclis’in açılmasının ardından da sürdürdüler. Anzavur, Düzce, Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan, Konya ayaklanmaları ile milli mücadele etkisiz hale getirilmeye çalışıldı. Ancak Türk milleti başına düçar olan bu yangından da yüksek sezgisi, sağduyusu, bağnaz tutumlara karşı cephe alması, milli bilince tutulmuş aklı ve zekâsı sayesinde kurtuldu.
 
Vatan şiirinde ne demişti Ziya Gökalp; “Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok, Her ferdinde mefkûre bir, lisan, âdet, din birdir. Mebusanı temiz, orda Boşo'lar'ın sözü yok, Hududunda evlâtları seve seve can verir; Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!” İşte o vatan için teyakkuzda olan ve hudutlarını bağımsızlık inancıyla, azimle, şevkle, amasız, fakatsız koruyan, başka güçler ya da devletlere itaati reddeden, nefisperestlere inat aydınlık geleceğini inşa etmek isteyen Türk milleti, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasıyla “egemenliğini” de tescilledi. TBMM, Türk milletinin tek ve yegâne temsilcisi oldu ve tüm gayretini vatanın bağımsızlığına, milletin birliğine adadı. Sevr’i en sert şekilde kınayan, antlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan eden, Kütahya-Eskişehir Muharebelerinden sonra Mustafa Kemal Paşa’ya başkomutanlık yetkisi, Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki kahramanlıklarının ardından da “Gazi” unvanı ve “Mareşal” rütbesi veren Gazi Meclisimiz, hem dışta bağımsızlık mücadelesini yürütürken; aynı zamanda askeri, ekonomi, eğitim, bilim ve kültür başta olmak üzere her alanda attığı adımlarla, bu toprakların münevverlerini yetiştirmek için gösterdiği gayretlerle, demokratik yapısıyla, hazırladığı yasalarla, başlattığı seferberliklerle, yüzünü bilime dönerek yaptığı sıçrayışlarla Türk milletinin dünyada saygın bir konuma ulaşmasını da sağlamıştır.
 
TBMM’nin başarılı şekilde yönettiği Kurtuluş Savaşı’nın kazanılarak 24 Temmuz 1923 yılında yeni Türk devletini tüm dünya devletlerinin tanımasını sağlayan Lozan Barış Antlaşmasının imzalanması, ardından da Büyük Atatürk tarafından Cumhuriyetin kurulması Türk tarihinde şanlı bir dönüm noktasıdır. Gazi Meclis, Türk milletinin verdiği bağımsızlık savaşının eğitimle desteklenmesi noktasında önemli katkılar da sunmuştu. Bu kapsamda Kurtuluş Savaşı devam ederken, hatta Yunanlıların KütahyaEskişehir üzerinden saldırıya geçtiği günlerde Atatürk tarafından milli eğitim seferberliği başlatıldı. 15- 21 Temmuz 1921 yılında 1. Maarif Kongresi düzenlenerek, Türk milli eğitiminin ihtiyaçlarının belirlenmesi, eğitim programlarının oluşturulması, Türk milletinin geleceğine yön verilmesi noktasında önemli bir adım atıldı. Milli egemenliğin teminatı olan Gazi Meclis bu kongreyi destekledi. Türk EğitimSen de 1. Maarif Kongresi’nin 100’üncü yılında yani 13-18 Temmuz 2021 tarihinde 2. Maarif Kongresi’ni düzenleyerek, 29 Ekim 1923’ten, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılı olan 2023’e bir hazırlık ve yol haritası belirleyecektir. Dolayısıyla 2. Maarif Kongresiyle aynı zamanda kurucu liderimiz Atatürk’ü ve Gazi Meclisimizi de minnetle yad edecek ve onurlandıracak olmanın gururunu yaşıyoruz. **** Millet egemenliğinin kabul edildiği 23 Nisan 1920 yılından tam bir yıl sonra “Milli Bayram Addine Dair Kanun” ile 23 Nisan, ilk milli bayramımız oldu. Çocuk sevgisi büyük olan, içindeki çocuğu hiç yitirmeyen, omzunda bir ülkenin sorumluluğunu taşımasına rağmen, manevi çocuklarıyla da ilgilenen, her daim çocuk sorunlarına eğilen, çocuk ve gençlerin eğitimini önde tutan, yetim ve öksüz çocuklar için yardım toplayan Himaye-i Etfal Cemiyeti’ne desteğini esirgemeyen Atatürk, 23 Nisan’ı çocuklarımıza armağan etti. Büyük Atatürk bu bayramı yarınlarımızı temsil eden çocuklarımıza armağan ederek, onlara verdiği kıymeti gösterdi.
 
Bugün gelinen noktada çocukların ne yazık ki ihmal ve istismar haberleriyle sancılanıyoruz. Küçük bedenlerin uğradığı şiddet, istismar ile ruhlarının hakaret dolu sözlerle örselenmesi bizleri huzursuzluğa sevk etmektedir. Ne demişti Atatürk, “Çocuklar her türlü ihmal ve istismardan korunmalı, Onlar her koşulda yetişkinlerden daha özel ele alınmalıdır.” Bu değerli sözün muhteviyatını dahi anlayamayan ahlak yoksunu mahlûkatlar, yasalarla en ağır cezayı alabilmelidir. Karar vericiler, millet hâkimiyetinin çatısı altında yani TBMM’de milletin duygularına tercüman olmalı ve gerekli önlemlerin alınması, istismarcıların cezalandırılması için her türlü gayreti sarf etmelidir. Bu, istismar kurbanı çocuklarımıza yaşadıklarını unutturamasa da, en azından suçlunun hak ettiği cezayı alması noktasında toplum vicdanını bir nebze de olsa rahatlatacaktır.
 
Teröre maşa yapılmış çocuklarımız var bu topraklarda. Kaçırılarak, ailelerinden koparılan, terör örgütüne hizmet etmeye zorlanan, kandırılarak militan yapılan çocuklarımız…. Aileler gözü yaşlı yıllardır çocuklarından haber almayı bekliyor. Umutlarını yitirmiyorlar, çünkü o umut yitirilirse elde kalan koskoca bir hiç, yüreklerde ise adı konulmamış bir boşluk olacak. Devlete sığınıyorlar, yüzlerini gülümseten bir haber almak için çaresizce bekliyorlar.
 
Şehit çocukları… Ecdadımızın bize bıraktığı cennet vatanımızın koruyucusu şehitlerimizin çocuklarına ödenemeyecek borcumuz var. Onlar özlemlerini, sevgilerini içlerine gömüyorlar, gözyaşlarını yüreklerine akıtıyorlar. Kimisi henüz kundakta kaybediyor babasını kimisi çocuk gözleriyle hayata bakarken, kimisi de 15’in de hayatı anlamaya çalışırken. Hepsi bize şehitlerimizin emaneti. Onlara sahip çıkmak, sadece 23 Nisanlar’da değil, her gün hiç unutmamacasına hatırlamak, eğitimlerini desteklemek başta devletimiz olmak üzere her vatandaşımızın görevidir.
 
Bir de eğitim hakkı ellerinden alınan çocuklarımız var. Özellikle pandemi dönemiyle birlikte uzaktan eğitim sürecinin sürdürüldüğü ülkemizde bu çocukların yükü, eziyeti daha da artmıştır. Aile baskısı ile çalıştırılan, örgün eğitim sürecinden koparılmaya çalışılan, sırf cinsiyeti dolayısıyla okuma hakkına “şerh” konulan çocuklar da bu ülkenin gerçekleridir.
 
Ayrıca şu hususu da belirtmek istiyoruz: Öğrenci Andı’nın okunmasını yürürlükten kaldıran yönetmeliğin iptaline karar veren Danıştay 8. Dairesi’nin kararının Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından bozulduğu haberleri kamuoyuna yansıdı. Bu haberin doğru olmadığını umuyoruz. Doğal olan Danıştay İDDK’nın, Danıştay 8. Dairesi’nin verdiği hukuki kararı onamasıdır. Öğrenci Andı’nda yerini bulan Türklüğün üst kimlik olduğu, hiçbir etkin köken ayrımı ya da ırkçı söylemler içermediği çok açıkken, bunu farklı yönlere çekerek insanlarımızın ayrıştırılmasını ve bu şekilde kamuoyunun manipüle edilmesini doğru bulmuyoruz. 23 Nisan’da Milli Eğitim Bakanlığı’ndan beklentimiz; çocuklarımıza Öğrenci Andı’nı yeniden armağan etmesidir. Varlığımızın teminatı çocuklarımız için en anlamlı 23 Nisan hediyesi Öğrenci Andı’nın yeniden okullarda okutulması olacaktır. Hep birlikte korkmadan coşkuyla haykırıyoruz: “Varlığımız Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!” 23 Nisan; çocuklarımızın özgürce koşup, oynayabildiği, sesleri ile sokaklarımızı şenlendirdiği bir bayram olmalıdır.
 
Bu nedenle çocuklarımızın kendilerini güvende hissetmelerini sağlamak, tüm çocuklara eşit şekilde eğitim hakkı tanımak, çocukların beslenme, barınma, giyinme, sağlık gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek çok önemlidir. Milli bayramlarınızın adına yakışır şekilde, coşkuyla kutladığımız günlere özlemimiz büyük. Bu noktada 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın tam da bayram tadıyla kutlanması en büyük arzumuzdur.
 
Dünyanın ve ülkemizin yaşadığı bu zorlu salgın koşullarının sona ererek, sağlık ve sıhhatle kutlayabileceğimiz nice bayramları yaşamayı temenni ediyoruz. Bu minvalde Gazi Meclisimizin 101’inci yıl dönümünü ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyor, başta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Büyük Önder Atatürk ve silah arkadaşları ile bu toprakların vatan yapılması için mücadele eden şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz” dedi.