ÇOBANİSA, DAVKA DAĞ EVLERİ VE HAMZA PERÇEMKAYA…

ÇOBANİSA, DAVKA DAĞ 
EVLERİ VE HAMZA PERÇEMKAYA…

ÇOBANİSA, DAVKA DAĞ EVLERİ VE HAMZA PERÇEMKAYA…

“Eğer adamlık mevki ile olsaydı, Peygamberler çoban olmazdı. Hiç kimseyi mevkisiyle adamdan saymayın.” Sanal’dan bir Paylaşım.
ÇOBANİSA, DAVKA DAĞ
EVLERİ VE HAMZA PERÇEMKAYA…
Çobanisa’ya, her Davraz Dağı’na gittiğimizde mutlaka uğramışımdır. Geçerken uğranılan, bir uğrak yeri gibi görünse de, Çobanisa Köyü öyle birkaç dakikalığına bakılıp geçilecek bir yer değil! Dağların arasında tepelere kurulmuş evlerin kurulma amacı yaylayı katletmemek içindir, diye düşünüyorum. Daha geçen hafta, Muğla’ya gitmiş, Muğla’dan bahsederken, ‘Yeşille oldum hep’ demiştim.
 
Ardından hemen yemyeşil bir köyün ortasına düşmüştüm. Çobanisa, belki genelde yeşildi ama Davka Dağ Evleri’nin bulunduğu yerin yeşilliği bambaşkaydı. Ancak insan hasta olunca, bazen sancılarla boğuşunca, ne yeşili görebiliyor, ne de gördüklerinden bir zevk alabiliyor. Aslında büyük bir hata ettim. Muğla dönüşümün hemen ardından Çobanisa’ya gitmemeliydim. Acele ettim. 1 ay ara vermeliydim. Oldu artık hani ne demiş atalarımız, olanla ölene çare bulunmaz. Çobanisa, Sütçüler İlçesine bağlı, 670 haneli(internet bilgilerine göre) bir köy ve turizmle bağlantılı gibi görünse de, besiciliğin önde olduğu bir yer. Anlayacağınız köylünün büyük çoğunluğu yaylacı. Adı gibi çobanlık asıl meslekleri ve Yörüğün hasları. Besicilik yapanların birçoğunun yaylada çadırları var. Yazın yayla da, kışın köydeler. Hamza’da çobanlık yapmış. Babası da çobanmış. Vefat etmiş, Allah rahmet etsin. Annesinin ifadesine göre, hâlâ yaylada çadırları varmış, merhumun vefatından sonra yaylayı bir zaman bırakmış, yine de Yörük Çadırını sökmemişler.
 
Tam bir Yörük Hanımı Hamza’nın annesi, 10 küçükbaş hayvanıyla yani koyunlarıyla yaylaya gidiyor, akşam sürüsünü önüne katıp, evine geliyor, onların sütlerini sağıyor, kuzularını emzirtiyor. Çobanisa’ya gittiğim ve kaldığım 5 gün içinde tanıştığım değerli kardeşimin annesinin has Yörük olduğunu; güler yüzünden, kendisinin el emeği olan süt, yoğurt ve peynirini az da olsa bizimle paylaştığından anladım. Köyün tamamıyla tanışmak mümkün değil elbette ne var ki, birkaç kişiyle tanışman o köyün insanının nasıl olduğunu gösterir. İlk karşılaştığın insan çok önemlidir. Senin güzünde, o iyiyse tüm köylü iyidir, o kötüyse tüm köylü kötüdür. Tabii ki, her yerin iyisi ve kötüsü vardır. Allah(c.c) iyi insanlarla bizleri karşılatırsın. Hamza’yla tanışmam 5-6 yıl öncesine dayanıyor. Eski caminin önünde, namaz çıkışı 5-6 kişilik yaşlı cemaatle ufak bir sohbetimiz olmuştu. Beni, o gün oraya götüren Bekir abi, hocayla tanışıyormuş.
 
Camiden çıkışını bekledik. Geldi. Bekir abi, beni gazeteci, şair ve yazar olarak tanıtınca Hoca, ‘Seni turizmci, genç girişimci, işletmeci bir kardeşimizle tanıştırayım.’ dedi. Hamza’yı evden çağırdılar. O gün, birbirimize ısınmış olacağız ki, beni yaz sezonunda otele dinlenmeye davet etti. Kışın, Davraz’daki kayak merkezi dolayısıyla yoğun olan otel, yazın bomboş, ıssız adeta terk edilmiş gibi! Hamza, bizi kapının önünde karşıladı. Oteli gösterdi. 3-4 binadan oluşan otelin bir binası kafeterya, diğerleri otel olarak kullanılıyor. 2’si tek katlı, diğeri 2 katlı binadan oluşuyor. Dilediğine yerleş, canın sıkıldığında odanı değiştirebilirsin, dedi. Tavukların yerini gösterdi. Yumurtanızı alabilirsiniz, sebzelerde soğuktan dolayı olmadı.
 
10-15 güne kadar onları da kendi ellerinle toplarsın, dedi. Her şey çok güzeldi. Hamza’nın en büyük eğlencesi köpekleriydi. Büyük olan neyse de, küçük henüz 6 aylık olan Kangal cinsi köpekle çok ilgileniyordu. Küçük köpeğin sevilmemesi mümkün değildi. Biz büyük olandan özellikle ürkmüştük. Hayatta bir şey yapmaz, 1 köpek 10 adama bedel, demişti. Köpeği olmayan köylü yok gibiydi. Gündüzleri sokak köpeklerinin haricindeki birçok köpek bahçelerinde bir köşede bağlı duruyordu. Her yanından geçene havlayan köpek olduğu gibi bizim köpek yok yerine havlamazdı. O gün, bir arkadaşımın köpeklerle ilgili bir yazısına gözüm ilişti. Bir yerde diyor ki, ‘Köpekler, köylünün gözü gibidir. Gündüz bağlanan köpekler, gece salınırdı. Bahçenin etrafında dolaşır, tehlike anında havlar, sahibini uyarır.
 
Gündüz her ne kadar bağlı olsa da, o komşuya gidecek olursak, ‘Komşu, köpeğe hoşt de, ben geliyorum.’ diye uyarı da bulunurduk. Bir nevi komşuya da, uyarı olurdu. Misafiri karşılama için ev sahibine belli bir süre verilmiş, olurdu. Üst katta bahçeye bakan cephedeki odada kaldık. Büyük bir cami yapılmıştı, tam karşımdaydı. Ezan okunurken öyle bir hoş oluyordum ki, durup dinliyorduk. Şehirde yapmadığım, ezan boyunca çoğu insanlarında konuştuğu gibi benimde konuştuğum o eksikliğimi burada giderdim. Eski caminin kıblesi eğriymiş, yerel internet gazetelerinden birinde öğrenmiştim. O nedenle bu güzel camiyi yapmışlardı. Ancak camiye gidemiyorduk. Virüs nedeniyle, ezan sesiyle ve caminin dış görünüşüyle yetiniyorduk.
 
O da, yeter, ‘Şükür’ Rabbime! 4. günüydü, sular kesildi. Dönem dönem oluyormuş. Köye gelen boru hattı eskiymiş, sanıyorum. Arada bir boru patlıyormuş. Benim sancılarımın da arttığı bir zamana denk geldi, 5. Günüydü ve hâlâ sular gelmeyince eşime ‘Hanım! Toparlan, kızımı arayalım, gelsin bizi alsın.’ dedim. Sabahları, ‘Komşular!’ diye seslenen, Hamza’nın sesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyor sanki. Allah işini gücünü rast getirsin. Kendisine doyamadığım kardeşimden, helallik alarak ayrıldım. Yolun açık olsun, Hamza!